İÇİNDEKİLER: sergi / malzeme adresleri: ayan ebru sanat malzemeleri türk islam sanatları güven sanat / kurs adresleri /
Ebrucular: sayfa 1 - 2 - 3 - 4 - 5 - 6 - 7 / hatip mehmet efendi için / ebru tarihi / ebru kitapları: ingilizce - türkçe / YouTube

Ebru Tarihi




Geleneksel Türk Ebrusu Sanatı Tarihi’ni incelediğinizde, Hatip Mehmet Efendi, Necmettin Okyay, ve Mustafa Düzgünman’dan  oluşan, teknik geliştirmiş, bulunan tekniğe boyut kazandırmış ve bu boyutu aktarmak için kuşaklar arasında köprü olmuş üç büyük adla karşılaşırsınız. Bu, şu anlama gelir: Üç ayrı yaratıcılık, üç ayrı dönem ve üç ayrı misyon.
1- 
Hatip Mehmet Efendi:  
Figüratif ebru yapma tekniğini geliştirip, ilk uygulayan odur.
Yaşamı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Hatip Mehmet Efendi 1700’lü yıllarda yaşamış. Doğum tarihi bilinmez. Evi Hocapaşa semtindedir. Ayasofya Camii’nin hatibidir. Ünü, din görevlisi oluşundan değil, ebrucu oluşundandır. İyi bir ustadır. Bu sanatı Şebek mahlaslı ebru ustasından öğrenmiş olabilir. Gelenekçi değil, yenilikçidir. Yaratıcı ve araştırıcılığı onu, ebru araçlarını ustasından farklı kullanmaya götürür. Boyaları fırçayla atmak yerine, iğne ucuyla su yüzüne indirir. İç içe halkalar şeklinde açılan bu boyalara aynı iğne ucuyla müdahale eder. Soyut da olsa, figür üretmeyi başarmıştır.
Böylece figüratif ebru tekniğinin mucidi olur. 
Takvimler 1773’ü göstermektedir. Hocapaşa’daki evinde yangın çıktığını haber verirler. O saatlerde Ayasofya’da, görevi başındadır. Deliler gibi koşturur. Telaşı, eviyle birlikte ebrularının da yok olup gitmesi korkusundandır. Yanan ahşap evin içine dalar, kurtarmak istediği ebruları ile birlikte yanar ve ölür. Birkaç orijinal işi gelebilmiştir günümüze. Bir de geliştirdiği tekniği.
Gelmiş geçmiş en büyük ebrucu odur.
2- 
Necmettin Okyay:
Hatip Mehmet Efendi’nin bulduğu tekniği geliştirip, çiçek figürü yapamyı başaran sanatçıların en başarılısı Necmettin Okyay’dır.
Hatip Mehmet Efendi’den yaklaşık bir asır sonra doğmuştur. Ustalarının yaptıklarını, bir fotokopi makinası gibi taklit etmek ona göre değildir. Hatip Mehmet Efendi’de olan yaratma dürtüsü onda da vardır. Ustasının izini sürdürerek, soyut şekillerden, lale, karanfil, sümbül vb yapımına geçmeyi başarmıştır. Akkase tekniği de onundur. 
Ayrıca, ömrünün son yıllarına dek deneylerini sürdürmüş ve kitre yerine başka kıvam artırıcı maddeler araştırmıştır. Buldukları arasında saf sahlep, ezilmiş ayva çekirdeği ve çemen vardır.
1883 İstanbul doğumludur. Ebruculuk dışında mürekkepçilik, aharcılık, okçuluk, gülcülük, mücellitlik, hattatlık da yapmıştır. Bu yüzden kendisine ‘hezarfen’ denilmektedir. Önce Medresetül Hattatin’de, Cumhuriyet sonrası da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmenlik yaparak, sayısız ebrucu yetiştirmiştir. 1976’da ölmüştür.
Hatip Mehmet Efendi ile Necmettin Okyay arasındaki diğer ebru ustalarının adları şöyledir:
Şeyh Sadık Efendi (? - 1846), Edhem Efendi (1829 - 1904), Salih Efendi (bilgi yok), Sami Efendi (1838 - 1912), Şeyh Aziz Efendi (1871 1934).
Necmettin Okyay, ebruculuğu Edhem Efendi’den öğrenmiştir.
3- 
Mustafa Düzgünman:
Kuşaklar arasında köprü oluşturmuş, bu sanatın yitip gitmesini önlemiştir.
1920 Üsküdar doğumlu olan Mustafa Düzgünman, ebruyu, akrabası olan Necmettin Okyay’dan öğrenmiştir. Bu sanata ilk önemli katkısı, ustasının bulduğu çiçekli ebru tarzını ıslah etmesidir. Papatya ebrusu da onundur. Çamlıca toprağı yanında bazı pigment boyaları da ilk o kullanmıştır. Bu sayede Türk Ebrusu’nun kalitesi dünya ebrusu düzeyine yükselmiştir.
Sanayi Devrimi sonrasında el emeği gözden düşünce, birçok sanat dalıyla birlikte, ebru da tarih sahnesinden silinmenin eşiğine gelmişti. Mustafa Düzgünman bu kötü gidişe tek başına direndi ve İnançla üretti. Bu sayede, Türk Ebru Sanatınının geleneksel tekniği ve bilgi birikimi, arada bir kopukluk olmadan, yeni kuşaklara aktarılmış oldu. Düzgünman’ın büyüklüğü asıl bundandır.
Necmettin Okyay ile Mustafa Düzgünman arasındaki diğer ebru ustalarının adları şöyledir:
Abdulkadir Kadri Efendi (1875 - 1942), Sami Bey (Okyay) (1910-1933), Sacit Okyay (1910-?)

Ebru ve Türkler
Bu sanatı hangi ulusun bulduğu bilinmiyor.
Ebru sanatını Aşağı Türkistan'dan Osmanlı Anadolusuna getirenler Özbek soydaşlarımızdır. Üsküdar’daki Tekkeleri uzun yıllar bu sanatın üretim merkezi olmuştur. Dünya ebruyu bu tekkeden tanıyarak öğrenmiştir. Yukarıda adını andığımız birçok sanatçı da bu ocaktan yetişmiştir.
Kaynaklar eski Türkler'in dini olan Şamanizm hakkında bigi verirken kürek kemiği, tezek, aşık kemiği, nohut tanesi falı yanında su falından da sözederler. Anlatılanlar bu su falının ebru sanatının ilk uygulaması olduğu izlenimini vermektedir. Eger bu doğruysa Özbekistan merkezli Türk ülkelerinde halk bu tekniği hala uyguluyor olmaladır. Oralarda yapılacak bir saha çalışması bunu gün ışığına çıkarabilir.
Sanatımızın bilinen en eski örneği, Topkapı Sarayı'ndaki 1539 tarihli 'Guy-i Çevgan' adlı kitaptakı ebrulardır. 
Ebru adının nereden geldiği bilinmiyor.
Bu ad, Farsça ebr (bulut) sözcüğünden türemiş olabilir. Ebru kaş demektir. Ben, ‘bulut gibi’ diye çeviriyorum. Nedini, boyaları suya attığınızda, renklerin gökteki bulutlar gibi hareket ediyor olmasıdır. Bazıları ise yine Farsça ab (su) ve ru (yüz) sözcüklerini kullanıp ‘su yüzü resmi’ anlamına ulaşırlar. 
Uğur Derman’ın da kitabına aldığı Tertibi Risaleyi Ebri belgesinde, ebru sanatı için ‘ebri’, bu işi uygulayan sanatçılara da ‘ebrizen’ dendiği yazılıdır.

Günümüzde Ebru
Hatip ve Okyay arasındaki zaman içinde ebrucular öyle çoğalmışlar ve öyle çok üretmişlerdi ki, zamanla Osmanlı Devleti, Avrupa’ya ebru ihraç eder duruma gelmiştir. O insanların torunlarıyız, biz de o çizgiyi tutturabiliriz. Yapmamız gereken, onların yolunu izleyerek, kim ebru sanatına yöneliyorsa, ayrım gözetmeden onun yardımına koşmak, bilgi aktarmak, teknik yardımda bulunmaktır.
Günümüz ebru heveslilerinin önünde iki engel var:
1- 
‘icazetname’ sorunu.
İcazetname, diploma demektir. Osmanlı Devleti, sivil eğitim işini vakıf ve tekkelere bırakmıştı. Onlar da bu tür belgeleri keyfi dağıtırlardı. Çağdaş bir Cumhuriyet’te yaşıyoruz. Tekke ve zaviyeler yok. Temel hak ve özgürlüklerimiz yasal güvence altında. Kişinin kişiye mürit ve kul gibi davranmasına izin vermemeliyiz. Öte yandan, icazetname -özellikle MEB onayı olmadığı için- düzenlemek yasalar açısından suç, özgür yurttaşlar içinse, onur kırıcı bir durumdur. Ebru tarihimizde böyle bir uygulama yok. Örneğin N. Okyay üniversitede öğrenci sınırı koymadan ders veriyordu. Öğrencilerin aldıği başarı belgesi de yasal üniversite diplomasıydı. Cumhuriyet öcesi uygulaması olan bu icazet uygulamasını sanatımıza, yasal hata yaparak, üstat Mustafa Düzgünman yeniden sokmuştur. İzinden gidenler de uygulamayı sürdürüyor. Bunu terk etmeliyiz. Çünkü, yığınlara ebru öğretmemizi engelliyor ve  birkaç elit insanın tekel oluşturmasına yol açıyor. Unutmayalım, yaygınlığını yitiren sanatlar güdük kalır ve yok olur. 
2- 
‘Bir usta ancak iki öğrenci yetiştirebilir’ kuralı. 
Özellikle icazetli öğrencisi olan iki usta ebrucu bu kuralı ustaları Mustafa Düzgünman'ın getirdiğini ve uygulamaya koyduğunu savlamaktadırlar. Bu anlayışı gerçekten Düzgünman getirmiş mi, bilemiyoruz. Öyle olsa bile bu, ebru sanatı açısından kabul edilir bir uygulama değildir. Böylesi bir uygulama, bu sanatın kaynağı olan halk ile buluşmasını engeller, onu bir tür aile sanatı düzeyine indirger ve yeniden yok olma riski ile yüz yüze getirir. Bu anlayış da ebrunun yaygınlaşmasını önler. Özet olarak söylersek, bindiğimiz dalı kesmiş oluruz.Çağdaş ustalardan birkaçının adı şöyledir:
Alpaslan Babaoğlu ve Fuat Başer, Düzgünman’ın icazetnameli öğrencileridir. Her ikisi de gelenekçidir.
Nedim Sönmez ilk yenilikçidir. Hikmet Barutçugil ve Köksal Çiftçi de bu kategori içinde anılabilir. 
1990 sorası ebrucularının bazılarını tanımanız için sizi sitemizin sanatcilar / artists sayfasına gözatmaya davet ediyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder